30 Kasım 2013 Cumartesi

Simyacı , Bir Kendini Bulma Serüveni

24 yaşıma yaklaşmışım, gümüşhaneye gelmişim, hayatımda ilk defa daha bu hafta başı uçağa binmişim ve bu hafta sonu simyacı kitabını bitirmişim.

Şu filmi izledin mi şunu biliyor musun diye sorduklarında hep derdim geriden takip ediyorum diye ama bu yaşa gelip simyacıyı okumamak geriden takip etmekten öte başka bir şey. paulo'nun az kitabını okumadım. Allah var, çoğunu da saçma buldum. bi de psişik fantastik şeyleri okuyan ve inanan da bi insanım ama onunkiler bi değişik gelmişti. belki algım kapalıydı bilemedim. ve en sonunda kısmet oldu simyacı'yı okumak bitirmek.

Öyle bir şey ki kitap zaten güzel ama üstüne o süreçleri düşününce benim gerçekten şimdi okumam gerekiyormuş. her şeyin yeri zamanı var derler ya benim o kitabı okuma zamanım gerçekten bu zamanmış önceki bi zamanda okusam gerçekten bu kadar ağzı açık okuyamazmışım.

öncelikle şu yaşıma kadar o yapılmaz, bu zor, şu tehlikeli, şu sakıncalı denen çoğu şeyi bir bir yaparak ilerlediğim yolda kafamdaki takıntıları, korkuları attıkça değişen kişiliğimle bu kitabı okumuş olmak bana ayrı bir haz verdı. karakter ve oğlak burcu olma itibariyla kafası kalın ve ikna edilmesi zor bir insanım kafamda zor veya tehlikeli bulduğum her durum o işi yaparken kullandığım aklın çalışmasını o kadar engelliyor algımı o kadar kısıtlıyor. özellikle bu sene bunu defalarca gördükten sonra bu kitabı okudum ya hala ağzım açık. çünkü bundan önce okusam korkular, sıkışınca gaza gelip işi kotarmalar falan böyle şeylere öldürsen inanmazdım. mantıklı gelse de iyiymiş der geçerdim. ben de santiago'nun geçtiği sürecin içerisinde kendimi bulduğum için ayrı bir hoş oldu bu kitap.

Sonra, rutin olaylar hayatta devam ettikçe algımın kapandığını farketmemin ardından kitapta okuduğum şu cümle " kız için bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar , güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar"

Daha sonra kafamda rutin hayat mı maceradan macerayı koşmak mı derken kendi kendime geliştirdiğim hayatta bir odak olmaz mantığım üzerine gelen "mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan" cümlesi olayın tam da üstüne gelmiş bulundu. İş hayatı mı, sosyal hayat mı, kültürel hayat mı bunlar da iyi olmak için tek odak mı vermek gerekir sorusu beynimi yerken hepsinin aynı anda yaşanması gerçeği hayat akışı içerisinde olmanın huzurlu olmanın esası olduğunu gerekliliğini bir daha hatırlattı bana.

Ve en önemlisi eylem yöntemi. Kafada istediğim kadar büyütüp sıkıntı yapayım bir olayı eyleme dökünce istediği kadar sorunlu gerçekleşsin o kadar sıkıntı vermiyor. Bu da şimdi ve burada olmanın bir diğer anlamı sanırım. Kafada bir miktar düşünmek tabi ki yanlış bir hareket değil ama ölümüne plan yapmak kendi hayatımda çoğu zaman işe yaramadı. Yaptığım çoğu hızlı girişim yanlış dahi olsa farkındalık seviyemi oldukça arttırdı ve beni bu noktaya getirdi.

Diğer önemli aydınlanmam ise sonucu istemek mi o sonucun olduğu yolda yaşamak mı sorgulamasıydı? Üniversite zamanımda herkesin ya bu da yapılır mı diye girdiğim bir işin sonucunda neredeyse hiçbir maddi kazanç sağlayamazken o yolda geçen senelerimin bana kazandırdığı kafa yapısının beni hala daha devam ettirdiğini tekrar farkına vardım. 2 sene uğraştım, zamanımı, her şeyimi verdim ve sonuç elde edemedim, çok şey öğrendim ama en önemlisi artık başarısızlıktan sen de yapamadın denmesinden korkmuyorum. İnsanların artık ne dediği umurumda değil diyemem ama bir şeylerle doğru veya yanlış uğraşıyor olmak bir yola girmek boş durup beklemekten her zaman daha fazla fayda sağlamıştır bana. Özellikle yaptığım o iş sonrasında gördüm ki çevremdeki insanların hep sorduğu şuydu ee kaç para kazandın, sonuç ne , şu kadar geçti sonuç yok yapamadın, oo o iş olmaz. gerçekten sonuç için yaşıyoruz. o sonuç 15 sene sora da gelecek olsa onun için yatıp kalkıp 15. senenin sonunda mutlu oluyoruz. 15 sene boyunca kahır üstüne kahır çekip yeri geldiğinde mutluluğu yaşamaya bile halimiz olmuyor. Yine kitaptaki şu cümle bu durum için gayet sarsıcı          " İnsanlar menkıbenin (isteğin, amacın) kendini yaşamak istemeksizin, menkıbelerinin hazinesini arıyorlar"

Son olarak korkusuzluk belki de korkuları aşmak bu hayatı dolu dolu yaşamaktaki en büyük sır. Ne istediğini bilmek de diğer önemli olan olsa da insanın kalbi kapalı olduğu sürece istediği yoldan değil de tehlikeli olmadığını düşündüğü yoldan gidiyor. Bu genelleme aslında biraz da benim de yetiştiğim, büyüdüğüm şu yüzyılın Türk aile yapısından anlayışından geliyor. Çocukluktan beri dersten kaç aldın, ee şimdi okuyorsun sonra ne olacak, ondan sonra ne olacak, oraya gitme başına iş gelir, Taksim'de adamı gece keserler, kız başına o iş yapılmaz vs.. liste uzar gider.
Son olarak Taksim'de adamı gece tabi kesebilirler ama yine kitapta delikanlı ve simyacının savaş esnasında çölden piramitlere varmak için geçmesine benzer bir durum bu. Bana bi şey olmaz deyip cengaverlik yapmaya tabi ki gerek yok ama kendini bilmek zihin olarak kısıtlı olmamak şu hayatta mucizeleri çekmek için gereken en önemli esas benim için.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder