26 Eylül 2011 Pazartesi

Renkli Rüyalar Oteli!!

sen de dedin ki "dikkat et sadığımdır sadece kendime" kulağıma çalındı Teoman "Renkli Rüyalar Otelinde"yi dinlerken. Ne güzel demiş değil mi bence hiç kişisel alınmaması gereken bir laf. Bir insan önceden bir kişiyle mutlu olduğunu düşünürken şimdi düşünmüyorsa ya da düşünemeyeceğinin garantisini veremiyorsa ve bunu da dile getirebiliyorsa bence bu gayet dürüst bir davranıştır. Neden yemin ederler, hiç bırakmayacağının sözünü verirler ki insanlar dünyaya kazık çakmayacağımız da belliyken. Neden oldu, olmadı peşinden gidilir bi ilişki için. İlişki meselesi iş, değil güç değil insana bağlı bir durum neden bu kadar takıntı yapılır sürdürülür. Mutluluğu sürdürme telaşı, o an mutlu eden durumu devam ettirmeye çalışmak olmaması gerekiyor ki takıntı kalksın ortadan.

Ama işte böyle düşünmeyen kız yollu oluyor malesef ya da kazandığını anlayınca gitmek zamanı geldi diye düşündüğü ve maymun iştahlı olduğu söyleniyor. kişi, karşı tarafa açık olduğu sürece hiç de öyle değil. Delinin biri bi taş atmış demiş ki biz de erkek adam sözü ölene kadar. insanlar da kendini yaşarken her gün öldüre öldüre bu sözün peşinden gidiyor. Kabul etmek lazım insanın düşünceleri, istekleri gün geçtikçe değişebilir bu değişim doğal bir şey olduğu için de bundan korkmamak çok da üzülmemek he bir de farklı anlamlar yüklememek lazım.

İşte Teoman da o anı ne güzel yaşamış ki hisli hisli de söylemiş şarkıyı. Şimdi ise geçmişi değil de mutlu olduğun kişileri olayları aramak zamanı

21 Eylül 2011 Çarşamba

Dengede Olmak!! ya da masanın diğer tarafından düşmek

Okulun başlaması ile beraber alışkın olmadığımdan fazla insanın içine karışınca hemen yeni olaylar, yeni kişiler üzerinden muhabbetler dönmeye başlıyor. Bunların en önemlisi kim kime ne demiş ne yapmış ne etmiş. Belki konuştuğumun ya da dinlediğimin büyük bir kısmı anlatanın kafasında yaşadığı dünyaya göre algıladığı ve çıkarım yaptığı durumlar olsa bile karşılıklı kös kös oturmak yerine insan konuşuyor da konuşuyor işte. Ama insan şunu da anlıyor ki, olan bir durum neredeyse yarı yarıya hem iyi hem kötü sonuç getiriyor bir insan için. Şimdi benim sevgilim var hayatımdan memnunum falan karşımdakinin sevgilisi yok ve memnun olmadığını anlatıyor. Sonra biraz zaman geçiyor diyor ki ay iyi ki yok ben şimdi görüşmeye üşenirim, tanımaya çalışıcan değişik muhabbetler falan... E o da doğru bir bakıma, daha doğrusu karşıda ki kişi kafana göre değilse bu durum söz konusu olabilir.

Neyse konuyu bulandırmadan devam edersem sonra bir baktım ki uyumu, huzuru bulduğum insanla o kadar çok birlikte olmuşum ki bu sefer de diğer uyumlu arkadaşlarımdan uzaklaşmışım. Şuanlık şikayet ettiğim bir durum yok benim klasik korkum masanın diğer tarafından düşme korkusunu da yaşıyorum sanırım. Aynı zamanda bu arkadaş ve sevgili durumunu da dengelemekle beraber para ve zaman durumunu da dengelemek gerekiyor ki o da büyük bir sıkıntı. Derken sonuç olarak insan içine karışmak benim için çok zor bir iş be bilog. İnsanın tanıdığı bildiği, tepkilerine alıştığı insanın yanında artık senden daha sıkı fıkı olmuş insanların yanında vaktini geçirmesi biraz boğucu ve üzücü oluyor. Şöyle ki güven duyduğun yere geri dönmek de bir bakıma bir kişiye bağlanmak ve diğer duygularının körelmesi ile de sonuçlanabileceğinden eskiye dönmek dengeyi kurmak zaman tanımak gerekiyor sanırım bazı şeylere.

15 Eylül 2011 Perşembe

Kadın Olmak (çalayım bari)

Aslında zihnimden çıkacak pek çok şey var ama bugün facebookta okuduğum bir şeyi paylaşmak istiyorum. Son bir kaç haftadır çalışma ortamımda olsun, başka ortamlarda olsun yaptıklarımın sonucu olarak sırf kadın olduğum için bana dönen tüm tepkilere gelsin bu yazı...
Kadın Olmak....
Adam gibi adam derler de, kadın gibi kadın demezler mesela. Taş gibi derler. Soğuk olmak zorundadır, hissetmemesi gerekir, iyi gözükmelidir ama öyle çok iddialı da olmaması gerekir. Erkeğin yanında yerini bilmelidir.
Kadın olmak suçtur bu hayatta. Seversin deli derler, sevmezsin kötü derler. Elde ederler basit olursun, elde edemediklerinde konuşmalarına meze olursun. Susarsın bir şey bilmiyor derler, susmazsın dili uzun derler...


12 Eylül 2011 Pazartesi

Ne Yapacağını Bilememek İşte Tüm Sorun Bu!!

Gerçekten çok istediğiniz işin başındaki adam şizofrense ne yapılır acaba? Kafanızdan bi anda işi sildiğinizde sizi araması, sonra triplenmesi sonra sonra başka şeyler.

Tamamen başka sebeplere dayanan davranışları, sürekli kişisel algılayan bir insan hangi ruh halinin ürünü olabilir acaba? Burada da aslında anlaşılamayan bir durum var. Ya bu insan ilgi görmek için sürekli alınganlık yapıyor ya da gerçekten her şeyden alınıyor. İşte düşününce iki ihtimal de çok fena. Çünkü ben ne ilgi göstermek istiyorum ne de kendimi anlatmak için tekrar ve tekrar konuşmak. Bu durum da ne diyebilir ne yapabilirim ki gerçekten bilmiyorum. Kendime kendime oluşturduğum kurallardan bir tanesine göre zaten bu davranışlara anlam vermemeye çalışmam lazım çünkü insanların çoğu kendim de dahil düşünmeden spontane davranıyor. E kafa yorup zaman kaybetmenin hiç bir manası yok ama işte malesef ki bu işin sonucunu almam için de bu durumu çözmem gerekiyor. Ve komik olan şu ki her şey sadece eğlenmek için yapılmış bir şaka olabilir. Belki de yapmam gereken tepkisiz kalmak belki de başka bir işte bilemiyorum, bilemiyorum, bilemiyorum...

 
Fatih abi haklı " what can ı do sometimes??"

9 Eylül 2011 Cuma

Büyük Kaçış!

İnsanın insanlardan kaçması ne garip bir şey değil mi? Böyle oraya ait olmadığını hissetmek bir an çekinmek, bütün bakışların üzerinde olacağı düşüncesi falan. Son zamanlarda basılmak kelimesi çok kullanır oldum ama buradaki kaçışın sebebi basılmaktan kaçmak heralde ya. Sürekli içinde bulunduğu çevreden kopup başka bir yere gitmek zor bir insan için eğer sosyal bir insan değilse o kişi. Farklı çevre dediğim mekanla pek alakalı olmamakla beraber farklı yaş grubu kafa grubunda olan, farklı alışkanlıklarda yetişen insan gruplarından bahsediyorum.

Bu basılma nedenidir ki bazı benim gibi derin düşünür arkadaşları düğün dernek, bayram, doğum günü vs. gibi toplaşmalardan kaçıran. Uyum sağlamak uzun süre havadan sudan konuşmaya çalışmak zor işler bunlar, insanın rahatlık bölgesinden çıkmasını gerektirir. Sonra da samimi olmadığı işleri yaptırmasını gerektirir. Bunlar yapılmıyor mu bir şekilde yapılıyor ama artık bu olaylar artık o kadar sorgulanmadan benimsenmiş ki insanı robotlaştırıyor da robotlaştırıyor. Mesela uzaktan geldi akraban, arkadaşın her neyse çıktınız bir yere şimdi ev sahibi (il sahibi de denilebilir, istanbul üstüme tapulu ya) olarak başlayacaksın hesap gözlemeye zorla iki saat karşılıklı ısrar edeceksin valla olmaz ben ödeyeceğim. Ne için iki saat yalvar yakar para ödemek için neden? biz buna nezaket diyoruz. Herkesin birine bir şey ısmarlamak içinden gelebilir mutlu olabilir tabi ama sürekli bu şekilde sözde nezaketten sonra da hesap ödeme de gerginlik gitmek de gerginlik dönmek de gerginlik işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Bir yere gidilir e dönüşte farklı yerlere gidilecekken kimse tek bırakılmak istenmez bir diğer soğuk ter de orada dökülür.Ama şunu itiraf etmem gerekiyor ki eğer saat de geç bir saatse ve uzak bir yerse karşılıklı kimse birbirinin nasıl gideceğini merak etmiyorsa o da iyi bir şey değil. Fakat bir sebebi var karşılık birbirini umursadığının göstergesi. Diğerleri çoğu zaman ya gövde gösterisi ya da öyle olması gerektiği düşüncesinden ötürü meydana gelen şeyler.

Buna karşılık iyi o zaman ben kaçayım demek de bana düşen görev olur o zaman!!

7 Eylül 2011 Çarşamba

Sahaflar Haftası! (Aman Diyim)

Sahaf deyince küçüklüğümden beri hep aklımda dolu dolu ucuz kitaplar gelir. Kitap evlerinde bulunamayacak eski değişik kitaplar, dergiler, resimler...Kitap dergi dediğimiz şey dipsiz kuyu gibi benim aklımın eremeyeceği pek çok şey var. Akıl hocalığı yapacak birini bulamadım daha doğrusu aramadım o yüzden kitap da arıyorum o insanı. Kitabın yazarı olur karakteri olur kendime yakın gördüğüm herkes olabilir maksat yeni insanlar yeni olaylar bilmek tanımak olsun.

 6-18 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen sahafları haftası beyoğlunda kurulmuş dün ben de tabi eksik kalmayayım zaten sıkılıyorum hemen gideyim dedim. Aslolan tabi ki Beyazıd'taki sahaflar olsa bile ben heralde ayağıma yakın diye hep Beyoğlu'nda balık pazarının oradaki sahafı dolaşırım. Her kapıdan girişimde bi heyecanlanırım değişik bir şeyler bulacağım diye ya elim boş yorgun argın dönerim ya da elimde dolu ama gereksiz şeylere para harcadığım için hüzünlü.

Ben bu sahafları anlayabilmiş değilim. Adama kitabı satmaya kalksan sana vereceği para tane başı en fazla 3 lira (sıradan bi kitapdan bahsediyorum) satışlara gelince 10-15 belki de daha fazlaya çıkıyor fiyat. Tamam sonuçta ikinci el kitap pazarı karışık bi iş alıyorsun da gideri var mı yok mu, onlar da nasıl kazanıyor nasıl ediyor ben de pek akıl erdirebilmiş değilim. Ama bildiğim şu ki kitap siteleri olsun, kitap evleri yayın evleri olsun sürekli kampanya da maximum 5-6 liraya kitap satabilirken, sahafların sıradan (yani tarihi bi önemi falan vardır o ayrı) kitapları 10 liranın hatta 5 liranın üstüne çıkarmaması gerektiği. Zaten yığın yığın kitap getirmişin oraya onlar 5-10 tl arası gitmeyecek indir işte bu kadar mı zor ya. İndir de bi piyasa hareketlensin. Gerçekten bazen kitabın ikinci eli ile kitap yurdu fiyatı yarışır oluyor. Ha bir de adı sanı bilinmeyen bir sürü kitap bazıları koymak için koymuş biraz konuya bir şeye göre dizilse daha rahat bakılsa...

Her şeye rağmen sahafın en sevdiğim yeri dergiler. Son iki seneninkileri de bulduysan eğer oh mis işte onlar koleksiyonluk oluyor. Gene de her sene heyecanlanıyorum işte sahaflar haftası denince, neyse neyse heyecan iyidir işte ya bıkarsam o zaman fena.


anlık heves olmayan bir şeyim var onu da böyle saçma sapan dile getirir akıl veririm işte hehe

5 Eylül 2011 Pazartesi

Kolay Sanmak

Lafta her şey ne kadar kolay dimi ya! Mesela ben her gün ithalat ihracat yapıyorum, ertesi gün danışmanlık sonraki gün bir şirkette çalışıyorum falan. Canım nereye gitmek isterse işimi ona göre ayarlıyorum. Şimdi ne yapıyorum peki oturmuşum blog yazıyorum. E yani şimdi ne olacak diye sormazlar mı adama. Son zaman karar verdim kendime sakin durucam canımı sıkmayacağım kendimi yapmadığım, yapamadığım şeylerle alakalı ama geldi gitmiyor işte.

Böyle her şey çok basitmiş gibi anlatıyorlar anlatıyorlar sen de başlamaya bi niyetleniyorsun aslında işler hiç öyle değil. Sonra da başlıyorsun bayram geçsin başlayacağım, otobüs geçsin başlayacağım, maç bitsin başlayacağım, şarkı bitsin başlayacağım öyle öyle insanın içine bir sıkıntı yerleşiyor malesef ki.

Bu soruna çare de o andan zevk almak oluyor. Tembelliğim sayesinde yavaş yaşıyorum herşeyi yapıyorum ama yavaş yapıyorum. Keyfim gelince, canım isterse, denk gelirse. Böyle böyle hızlanacağım umarım bir şey kaçırmam. Son olarak buradan en sevdiğim okuyucuma "aman diyim" diyorum:)

2 Eylül 2011 Cuma

Suçlu Hissettirmek!

Bir insan hırçın ve patavatsızsa bu davranışa maruz kalmaktan kaçamıyor malesef ki. Patavatsız olmak açık sözlü olmaktır aynı zamanda. Tabi yerli yersiz o açık sözler savrulunca etrafa, belayı da alırsın başına.

Kendinle başbaşa kalamayan insanlar da bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi duygu karışıklığı vakası yani aslında başka bir duygudayken başka bir şey hissetme olayı sıklıkla meydana gelebilmektedir. Ben de bunu yenmek için kendimi mimiklerimden, el kol hareketimden çok sözlerle ifade etmeye çalışıyorum. Ama gel gör ki kaş yaparken gözünü, kalbini her şeyini söküp atıyorum karşı tarafın. Karşı taraf kolay kesip atan bir insan değilse iş kolay da, eğer keser atarsa beni işte o zaman fena. Hele bi de kesin yargılı bir insansa o da çok kötü. Yani bilog senin anlayacağın, açık sözlü bi insan böyle agresif insanlarla takılmamalı bence. Zaten takılsa bile arkadaşlıkları uzun sürmez, sürse bile çok acı olur. İşte o acı kısım da suçlu hissetmekten gelir. Söylersin söylersin sonra karşı taraf o söylediklerini öyle bir çarpıtır ki zannedersin biraz önce adam öldürdün. He bir de kırılan vazonun parçalarını toplayıp birleştirsen de vazo eskisi gibi olmaz tarzı bi laf yok mu o zaten ömür boyu vicdan azabı sebebi.

Ele kola dikkat etmek lazım tabi!!

Tanımlanamayan Başlık!

Aslında son zamanlardaki sıkıntımı bulmuştum akşam üstü fakat şimdi aklımdan çıktı gitti. Her şeye bir kulp bulma ve yok ben gidicem aslında triplerime yani. Hoş gene aynı moddayım sorunu tanımladım ama çözüm konusunda pek ilerleyebilmiş değilim. Şımarıklık diyorum işte ben buna. He işsizlik de olabilir. Gerçekten ne yapacağını bilememek insana olmadık işler yaptırıyor. Bir kere hem fiziksel hem düşünsel olarak bi işin yoksa. Başlıyorsun geçmişi, geleceği, söylenenleri kurcalamaya yeni manalar çıkarmaya. Sonra da bunları uygulamaya almaya, çok zor iş valla. En sonunda da kendimi faydasız gibi hissedip sinirlendiğim an yok mu işte orası çok fena! Kırdığımı tamir etsem bir türlü, dağıttıklarımı toplamaya çalışsam bir türlü. Böylece gittikçe sıkıntı deliğini oyarak içinde ilerlemeye devam ediyorum.

Osho "Sezgi" kitabında bahsederdi insanların duyguları karışmış bu yüzden neye nasıl tepki vereceği bilemez halde diye gerçekten doğru. Mesela ben üzüleceğim yerde sinirleniyorum neden üzüldüğümü, kırıldığımı karşı tarafa belli etmek yiğitliğe bok sürdürtmek demek. Sonra kızınca da gülüyorum, dalga geçmeye başlıyorum falan çoğu insan yapar bunu. Kızdırmaya çalışırsın daha çok güler sen de sanırsın ki aldırmıyor. Bazı tepkisiz insanlar olabilir tabi onları karıştırmıyorum. Sonra kendini üzgün zannedersin ağlayayım dersin o da olmaz. İşte bu çok fena bir şey. Geçen gün Osho'nun blog sitesinde meşgul zihni rahatlatma başlığı altında bir yöntem yazmış. 40 dk boyunca kendini parçalayarak ağlayacakmışın, geçen gün ne kadar sinirim bozuktu ne kadar üzgündüm yok ağlayamadım. Kızdım valla kendime (ben de neye kızacağımı şaşırdım). Durdum düşündüm niye böyle diye bir baktım ben üzgün falan değilim neden dediğim olmadı diye manasız manasız şımarıklık yapıyorum. Hani bir olumsuz durum olur da insanın canı sıkılıyor ya bi türlü geçmez. Onun gibi işte. Öyle bir olaylar olmuş yine kendi kafamda kurmuşum sonra da içinden mis gibi üzelecek bir şey çıkarmışım. Bütün gün de benim bugün canım sıkkın diye dolaşmışım. Artık nasıl bir mantık süzgecim var nasıl süzüyorum ben anlayabilmiş değilim, hadi bakalım hayırlısı.