20 Aralık 2013 Cuma

kıskançlık bu zayıflık anımda

düşünüyorum da ilişkiler boyutuna genel bir mantık oturtmaya çalışmak gerçekten hatalı bir davranış. son 4-5 ayımı verdiğim şahısa duygusal yönden sadık bir odak verip üstüne uzaksın ilişkide şu an olamayız şeklinde yaptığım dürüstlüğün bir tarafımda patlamış olması öncesindeki mantık çerçevemi tekrar sarsmış bulunmakta.

Evet, uzak ilişkiye alerjim olup çok sevsem bile yavaştan gelişen ilişkilere sıcak bakan bir insan olmamdan dolayı 4-5 aylık gel-gitli takılmaca duygusal karışık ilişkimin olduğu ekselanslarını elimden kaçırmış bulunmaktayım. kendisiyle son tartışmamız sonucu beni facebook arkadaşlarından kaldırması ve benim ardından kendilerinin numarasını silmemle noktalanan olayın ardından bi kaç hafta geçti geçmedi kendisini "in a relationship"e almış ekselanları. ben de zaten dağlar tepeler, öksürük krizi, otel odası sendromu, -10 derece derken bu zayıflık anında girdim bir de kıskançlık krizine. şimdi kendimi eleştirince bi yanda hazretlerine hak veriyorum ben dedim ilişki olmaz diye ama bekle de dedim, yavaş yavaş dedim hiç bir paylaşımı da kesmedim. kendi hemen istediler aşk ilişkisi şöyle romantiğim böyle sadığım ama aşk ilişkisini istemeden önce kendileri gayet hızlı bir delikanlıydı bi anda bana özel olduğunu iddia ettiği bu geçişten birkaç hafta sonra yaşadığı ve facebook camiasına ilan ettiği yeni ilişkisi gerçekten sorgulattı beni. kendisini sevmemin, değer vermemin en önemli sebebi samimi olduğunu düşünmemdi ama şu an gerçekten bir samimiyet sorgulaması yapıyorum. bi anda ben ilişki moduna geçemem uzun zaman sonra bi ilksin sen diye yanıp tutuşurken noldu hemen yeni bir ilişki. Hayır ihtiyaç olunan şey ilişkim var demek miydi? yoksa gerçekten bir şey hissetmek miydi? şu an gerçekten anlayabilmiş değilim.

tamam, kırılmaktan korkmak yaklaşamamak benim hatam. ama ben de dağları taşları keyfimden aşıp yanına gelmedim ki hazretleri... bu kadar anlayamıyorsan bu kadar hissedemiyorsan nedir yani olay. yakarış falan mıydı istediğin? dize getirmek mi? ben gidebilirim yurtdışına seni son bi defa göreyim derken gerçekten bu sebeple mi iletişime geçtin benle yoksa drama yaşamak istediğin için mi yada acaba boş kaldığın için mi? demek ki herkesin bahsettiği geniş gönüllülük farklıymış, benim bahsettiğim duygusal sadakat ve açık sözlülük karşı taraf için sadece önceki dediğiyle sonraki dediğinin lafta birbirini tutmasıymış belki. bilmiyorum neden böyle oldu. ama şunu tekrar kendim için kabul edebilirim, karşı taraftaki çelişkiyi tanımlayamasam da hissedebiliyorum prense karşı tüm duvarları kaldıramamın en önemli sebebi buydu sanırım. ve son olarak diyorum ki sevmek ayrı ilişki yaşamak ayrı. ilişkideyim diye facebook camiasına aktarmak ayrı kendi iç camiana ilan edip yaşamak ayrı.

8 Aralık 2013 Pazar

Duvara Karşı - Fatih Akın adamı hasta eder

Evet yine gerilerden geldiğimi ispatlayan bir filmi daha bugün izlemiş bulunmaktayım. Başlıktan da anladığınız üzere "Duvara Karşı"

Ne diyebilirim ki fasıl ve İstanbul boğazıyla olan girişi yine geride bıraktığım bir şeyleri kafada canlandırdı.

Üstüne yine şu son zamanlarda kafayı taktığım değişik ilişki boyutu söz konusu olunca ben de hepten devreler koptu. Aklı bir karış havada hayatı uçlarda yaşayım diyen Sibel, artık ben öldüm diye ortada dolaşan Cahit. Bayılıyorum insanın kafasında ürettiği çılgın çıkış yolunu yaşamasına ama mutlu sonla bitmek kaydıyla :) Muhtemelen de o sebeple bu filmin sonunda kendi içimde sıkıntı üstüne sıkıntı yaşadım.

Bir diğer nokta ise ikisinin de kendi kafalarındaki hayatı yaşarken aralarında farkında olmadan çok hoş bir etkileşim içine girmeleriydi. İşte can alıcı yer burası arayıp da bulamadığın bir etkileşim salakça bir sebepten yani Cahit'in Niko'yu öldürmesiyle başlayamadan başka bahara ötelenirken yaşanan pişmanlık ve devamında yapılan hata üstüne hatalar.

Ah Fatih Akın aklıma yine getirdin İstanbul'u, Beyoğlu sokaklarını, barlarını, boğazı, fasılı ve yaşanmamış daha doğrusu yaşanamamış ilişkileri, duyguları.

30 Kasım 2013 Cumartesi

Simyacı , Bir Kendini Bulma Serüveni

24 yaşıma yaklaşmışım, gümüşhaneye gelmişim, hayatımda ilk defa daha bu hafta başı uçağa binmişim ve bu hafta sonu simyacı kitabını bitirmişim.

Şu filmi izledin mi şunu biliyor musun diye sorduklarında hep derdim geriden takip ediyorum diye ama bu yaşa gelip simyacıyı okumamak geriden takip etmekten öte başka bir şey. paulo'nun az kitabını okumadım. Allah var, çoğunu da saçma buldum. bi de psişik fantastik şeyleri okuyan ve inanan da bi insanım ama onunkiler bi değişik gelmişti. belki algım kapalıydı bilemedim. ve en sonunda kısmet oldu simyacı'yı okumak bitirmek.

Öyle bir şey ki kitap zaten güzel ama üstüne o süreçleri düşününce benim gerçekten şimdi okumam gerekiyormuş. her şeyin yeri zamanı var derler ya benim o kitabı okuma zamanım gerçekten bu zamanmış önceki bi zamanda okusam gerçekten bu kadar ağzı açık okuyamazmışım.

öncelikle şu yaşıma kadar o yapılmaz, bu zor, şu tehlikeli, şu sakıncalı denen çoğu şeyi bir bir yaparak ilerlediğim yolda kafamdaki takıntıları, korkuları attıkça değişen kişiliğimle bu kitabı okumuş olmak bana ayrı bir haz verdı. karakter ve oğlak burcu olma itibariyla kafası kalın ve ikna edilmesi zor bir insanım kafamda zor veya tehlikeli bulduğum her durum o işi yaparken kullandığım aklın çalışmasını o kadar engelliyor algımı o kadar kısıtlıyor. özellikle bu sene bunu defalarca gördükten sonra bu kitabı okudum ya hala ağzım açık. çünkü bundan önce okusam korkular, sıkışınca gaza gelip işi kotarmalar falan böyle şeylere öldürsen inanmazdım. mantıklı gelse de iyiymiş der geçerdim. ben de santiago'nun geçtiği sürecin içerisinde kendimi bulduğum için ayrı bir hoş oldu bu kitap.

Sonra, rutin olaylar hayatta devam ettikçe algımın kapandığını farketmemin ardından kitapta okuduğum şu cümle " kız için bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar , güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar"

Daha sonra kafamda rutin hayat mı maceradan macerayı koşmak mı derken kendi kendime geliştirdiğim hayatta bir odak olmaz mantığım üzerine gelen "mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan" cümlesi olayın tam da üstüne gelmiş bulundu. İş hayatı mı, sosyal hayat mı, kültürel hayat mı bunlar da iyi olmak için tek odak mı vermek gerekir sorusu beynimi yerken hepsinin aynı anda yaşanması gerçeği hayat akışı içerisinde olmanın huzurlu olmanın esası olduğunu gerekliliğini bir daha hatırlattı bana.

Ve en önemlisi eylem yöntemi. Kafada istediğim kadar büyütüp sıkıntı yapayım bir olayı eyleme dökünce istediği kadar sorunlu gerçekleşsin o kadar sıkıntı vermiyor. Bu da şimdi ve burada olmanın bir diğer anlamı sanırım. Kafada bir miktar düşünmek tabi ki yanlış bir hareket değil ama ölümüne plan yapmak kendi hayatımda çoğu zaman işe yaramadı. Yaptığım çoğu hızlı girişim yanlış dahi olsa farkındalık seviyemi oldukça arttırdı ve beni bu noktaya getirdi.

Diğer önemli aydınlanmam ise sonucu istemek mi o sonucun olduğu yolda yaşamak mı sorgulamasıydı? Üniversite zamanımda herkesin ya bu da yapılır mı diye girdiğim bir işin sonucunda neredeyse hiçbir maddi kazanç sağlayamazken o yolda geçen senelerimin bana kazandırdığı kafa yapısının beni hala daha devam ettirdiğini tekrar farkına vardım. 2 sene uğraştım, zamanımı, her şeyimi verdim ve sonuç elde edemedim, çok şey öğrendim ama en önemlisi artık başarısızlıktan sen de yapamadın denmesinden korkmuyorum. İnsanların artık ne dediği umurumda değil diyemem ama bir şeylerle doğru veya yanlış uğraşıyor olmak bir yola girmek boş durup beklemekten her zaman daha fazla fayda sağlamıştır bana. Özellikle yaptığım o iş sonrasında gördüm ki çevremdeki insanların hep sorduğu şuydu ee kaç para kazandın, sonuç ne , şu kadar geçti sonuç yok yapamadın, oo o iş olmaz. gerçekten sonuç için yaşıyoruz. o sonuç 15 sene sora da gelecek olsa onun için yatıp kalkıp 15. senenin sonunda mutlu oluyoruz. 15 sene boyunca kahır üstüne kahır çekip yeri geldiğinde mutluluğu yaşamaya bile halimiz olmuyor. Yine kitaptaki şu cümle bu durum için gayet sarsıcı          " İnsanlar menkıbenin (isteğin, amacın) kendini yaşamak istemeksizin, menkıbelerinin hazinesini arıyorlar"

Son olarak korkusuzluk belki de korkuları aşmak bu hayatı dolu dolu yaşamaktaki en büyük sır. Ne istediğini bilmek de diğer önemli olan olsa da insanın kalbi kapalı olduğu sürece istediği yoldan değil de tehlikeli olmadığını düşündüğü yoldan gidiyor. Bu genelleme aslında biraz da benim de yetiştiğim, büyüdüğüm şu yüzyılın Türk aile yapısından anlayışından geliyor. Çocukluktan beri dersten kaç aldın, ee şimdi okuyorsun sonra ne olacak, ondan sonra ne olacak, oraya gitme başına iş gelir, Taksim'de adamı gece keserler, kız başına o iş yapılmaz vs.. liste uzar gider.
Son olarak Taksim'de adamı gece tabi kesebilirler ama yine kitapta delikanlı ve simyacının savaş esnasında çölden piramitlere varmak için geçmesine benzer bir durum bu. Bana bi şey olmaz deyip cengaverlik yapmaya tabi ki gerek yok ama kendini bilmek zihin olarak kısıtlı olmamak şu hayatta mucizeleri çekmek için gereken en önemli esas benim için.



18 Kasım 2013 Pazartesi

Film izleme sezonunu açmak

Bu blogu yazmaya başlamamdaki en büyük amacım okuduğum kitap, izlediğim filmleri konuları üzerinden giderek yazmaktı. Sonra tabi ki istikrarımı kaybederek film izlememeye başladım. oldum olası film izleme düşüncesi bana sıkıntı verir ya kötü çıkarsa ya oturur başına yapacağım işi unutursam falan derken.. Artık sezonu açmaya karar verdim. Aslında sezonu bugün değil daha öncesinde açtım ama bugün bi yazasım geldi. çünkü bu akşam ki film çok derin bir film Forrest Gump..

Filmin kendi bi derinliği olsa da benim için de varlığı önemli bir film. Yeni evime misafir gelmiş olan ve hayatımdaki değerini yeni anladığım (ve ardından uzaklaştırdığım) kişiyle izlemeye başlamıştık bu filmi iki ay olacak ki son yarısını bugün izledim ve bitirdim. Tamam biliyorum buraya kadar ne blog ne film yazısı oldu biraz günlüğü andırdı ama o günü hatırlayınca biraz duygusala bağladım.

Film çok manidar oldu ama gerçekten hem onla olan ilişkim hem hayatımın akışı...
Bi yandan hayatta savruluyor muyuz yoksa kader mi derken? bir yandan korkusuzluk engelleri kırmak derken bu akşam bu filmin karşısında oturuyor buldum kendimi.

Şahsiyetime en acıklı gelen şey ise Jenny'nin kendini bulacak diye acı çekerek dönüp dolandıktan sonra ölümüne az kala saadetine erişmesiydi. Benim de son zaman ki modum olan sırt çantamı alıp gideceğim "find myself" kafası olmasından dolayı içim bi tuhaf oldu.

Ve diğer etkileyici sahne ve karakter ise lutenıt dan, karides teknesinde kasırga koparken teknenin tepesinde sözüm ona Allah'la kapıştığı gün. Küfretmesi sözleri bi kenara o andaki ana tema, o andaki hissiyat pek bir etkiledi beni. O cesaret, normal insanların yaşadığı korku dolu o anda yaşanan adrenalin yükselmesi ve coşma belki de kafamın içinde en az onun kadar coşmuşumdur.

Bu etkileyici sahne ve kişiliklerin çoğu tabi ki de kendim de bulduğum parçalardandı.

Diğer son olay ise akıllı olmayan (not smart) Forrest Gump, salt düşüncenin, düz mantığın, çocuksu duygunun sevginin simgesi. akıllı değilim ama sevmeyi biliyorum deyip atar yapabilmesi. o da içimde bıraktı bir şeyler bu akşama ve malum o akşama dair.


14 Kasım 2013 Perşembe

ego tatmini çağın hastalığı

Bu repliği bir arkadaşım sürekli söyler dururdu. hatta diğer hastalığın da obezite olduğunu derdi.  bunu diyen arkadaşın da muhabbetini pek sevmezdim hayat görüşlerimiz de tezat oluştururdu ama sanki bunu bana özel bir mesaj getiriyormuş söyler dururdu. doğru da derdi bence.

bugün kendi mezun olduğum bölümün sektör gününe ithafen yazdığım paylaşımcı mektubumdan sonra farkettim ki ben insanlara anlatmayı onları yönlendirmeyi paylaşmayı seviyorum. aslında insanları seviyorum ve bi an aslında manyak gibi uğraştığım tez dönemi sırasında ve öncesinde öğretim görevlisi olma isteğimin varlığı aklıma geldi ve keşke olabilseydim dedim. o zaman olamamamın ve şu an istesem de hala adım atmamın sebebini düşündüm bi an ve hatırladım ki öğretimin bilimin kucağında insanların hoca dediği profesör dediği kişilerin yapılacak işlerden de önce ön koşul yaptıkları egolarıydı. insanın eğitim hayatı içinde hayata atılmadan önce yaşadığı ne acı bi durumdur bu. ya tiksinir bir şeylerden ya oluşturduğu kalkan olan şaşırmama durumu ile girer bazı pis durumların içerisine.

ben yaptım demek, ben dedim o kişi yaptı ama benim dememle yaptı demek, bir şeyi denemek için deney yaptım değil de sonuçlar başarılı olduğu surette deney yaptım, araştırma yaptım diyebilmek hepsi bir şeyleri gösterme çabası, pohpohlanma istediği değil de nedir. işte bu yüzden, farkediyorum ki, insanların bana yardım etmesinden hoşlanmıyorum çünkü ego kokuyor. artık çoğu kişi egosu için yardım ediyor. iş düzgün olsun diye egosu için işi bir şekilde bitiriyor.

bu yazım son yazdıklarım içinde en dağınığı belki de ilk okunuşta en karışığı olsa da bence konusuyla kendi içinde en tutarlısı. çünkü bu akşam şu saatte bu yazıyı kimse için yazmıyorum kendi yaşadığım aydınlanma için kendi yaptığım davranışlardan bir tanesine daha bir anlam katabildiğim için yazıyorum. sevgiler. insanları hala seviyorum, evet.


31 Ekim 2013 Perşembe

paradoksun verdiği çarpıntıdan geriye kalanlar

Bugün tek tek aklımda parıldadı soruların cevapları. Neden dünyalar tatlısı, aşık olunası insanı kaçırdım kendimden. Neden bilemedim ne yapacağımı. Ne istiyordum.
Aslında ondan çok şey istiyordum, isteyebilirdim ama korkuyordum. İsterim yapmaz, yapmak istemez. Zaten yapmasa da olur.
Bana yaklaşımı yeterdi.
Hayır, ben seni istiyorum demesi yeterdi.
Sevişirken kollarını boynuma dolayıp ruhumu okşaması kulağıma fısıldaması yeterdi
Seviştikten sonra gelip içine sokarcasına tekrar sarılması, uyuması yeterdi.
Taa gözümün içine en derine bakması yeterdi.
Beni bilmek istemesi yeterdi
Bana kahve yapması, sen rahatsız olma deyip kalkıp bir şeyi kendisi alması artardı bile.
Ama işte uzaklık fobim bastırdı bütün duygularımı, bütün tepkilerimi. Belki korka korka kaçırdım, belki de sonrasında olabilecek daha büyük hüzünleri bastırdım.
İşte gidiyorum şimdi, kapıya ayağını uzatıp kapattırmadın kapıyı. ardımdan bakarken bakmadım ardıma yine bakamadım. Bu sefer de gözlerimin dolmasından korktum. Korka korka bastırdım kendimi üzgünüm ama öyle oldu. Şu an yokluğunun acı acı vurması bile korkumu yenip sana ulaşmamı sağlamıyor. Nedensiz devam edemiyorum işte.
Tatlı gülümsemeni seviyorum.
Laan gerizekalı totoş diye seslenmeni seviyorum
Kurban olurum ben sana, öl de öleyim demeni seviyorum.
Yanıma usulca kafanı uzatıp beni boynumdan koklayarak öpmeni seviyorum.
Her hareketin ruhumu okşuyor.
Aslında en büyük isteğim perdeleri kaldırıp birine yaklaşmak ama uzaksın işte bana. istediğimde kucağında, kollarında olamadıktan sonra diyorum işte. Ben de böyle gerçekçi bir insanım. Bazı şeyler mantığın üzerine çıkamadı ben de üzgünüm. Gerçekten üzgünüm kendimi de üzdüğüm için seni de üzdüğüm için, lan gidiyorsun gitme deyip yanımda sıkıntıdan çekirdek çıtlarken abuk sabuk konuşup adam gibi bir cevap veremediğim için.

Neyse paradoksla yaşanmıyor dedin ya gerçekten yaşanmıyor,haklısın şu anda da yaşatmıyor.

24 Ekim 2013 Perşembe

huzurluyum fakat ne mutluyum ne mutsuz

iki saattir aradığım yayın girişi butonundan sonra başlayalım bakalım yazmaya.

öncelikli olarak dün akşam saatlerinde gerçekleşen kuantum sıçraması sonucu uzun zamandır görüşmediğim bi arkadaşıma erişmem ve ardından geçen olaylar silsilesi sonucunda istanbul yolculuğum için hazırladığım çantadan hala emin olamamak suretiyle oturdum bikaç bir şey yazmaya.

aslında maceralı bayramım, ondan önceki sorgulamalarım, ondan önceki merakla bekleyişim arazi görevim falan bir sürü şey oldu ama onlardan önce bütün bu olayların sonucunda vardığım bi sonuç olarak sık sık kurduğum bir cümleyle oturumu açmak istedim. evet o şu cümledir ki;
huzurluyum fakat ne mutluyum ne mutsuz, ne keyifliyim ve keyifsiz. hissiyatım yok. bomboş bir sayfa düşün, uçsuz bucaksız bir çöl aynen öyle. şu an bikaç aydır yaşadığım macera ve üstüne olan sorgulamalar (daha doğrusu kendimin yanında sürekli beni sorgulayan çok değerli bir şahsiyet de var) o hissiyatı canlandırmak içindi belki de. hani olur ya bi tavuk söylersin bistro gibimsi bir restoranda yada bildiğin bi dönercide gelir saman gibi. nedir yahu bu dersin bunun bi tadı olması lazım. aha işte aynen öyle.
bu dünyanın en önemli sorunu mu? hayat çok mu dramatik? tabi ki değil.
ama şunu biliyorum insanın kendini bilmesi hoş bir şey sağlam bir şey.

seneler önce en ufak bir şey de sinir krizi geçiren, kapılara camlara kendini vuran bir insandan bu aşamaya gelmek benim için gerçekten güzel bir şey ama. arada eski halime gitmek suretiyle kafamın gidip gelmesi üstüne oluşan hissiyatsızlık falan bana sıkıntı verebiliyor.

bunun sebebini düşününce o kadar şey buldum ki ben de çıkamadım işin içinden. en önemlisi şu ki bir diğer sık kullandığım cümle "her an her şey olabilir, bu birinden de olabilir sebepsiz de gelişebilir" kimseyi suçlamaya gerek yok. bir kişinin bana yaptığı bir hata da bile bunu söylemeye başladığımda böyle iç gıcıklatıcı durumları doğal karşılayıp ne üzülüyorum, ne de tam tersi durumlarda sevinebiliyorum. bu durum da muhtemelen ben de aşırı üzüntü ve asabiyete karşı geliştirilmiş bir kalkan ama bu biraz beni cins bir insan yapıyor.
bunun devamında aşırı sevinç gösterisi için ortaya dış etkenlerden arındırılmış bir hobi bulma uğraşı çıkıyor. aslında bulmuştum kendi içime dönmüş yogaya da başlamıştım. hırs yok gelişme var. düşünebiliyor musunuz? ilerleme var ama hırs olmadan bunun üzerine bi şeyleri yapılandırayım derken yoga düzenim kesildi başladı göçebe hayatım. aha işte göçebe belirsiz hayattan sonra yamuldum. kaydı odağım kaydı düzenim. hissiyatı uyandıracak başka şeyler aradım oldu olmadı herneyse (onu hiç karıştırmayalım)

ilerleme açılma oldu tabi ki bazı durumlarda ama hala daha insanlık adına bazı paylaşımları bazı etkileşimleri yaşamam gerekiyor, gerekiyor ki çiçeğin kokusunu alabileyim, rüzgarın savurmasını hissedebileyim. bazı seviyeler hep en üstte kalsın.

7 Temmuz 2013 Pazar

dön dolaş aynı yer

Yer değişikliği takıntımın ve "gitçem ben" manyaklığımın geldiği sırada hemen buldum yeni bir ev gidiyorum a dostlar... Bu sırada açılan kıyafet dolabından çıkan kıyafetlerin açığa çıkardığı anılara boğulduğum şu anda aklıma geldi benim bir blogum vardı.

Benim bi blogum vardı demeden önce ayrılamam dediğim, kendisiyle ciddi planlar kurduğum erkek arkadaşımdan ayrılmamın üzerine bir de dolaptan kendisinin hediye aldığı eşyaların bir bir çıkması gözlerimi doldurduktan sonra "o kadar karışık ki... kafam" deyip. öylece duraksadım. hatıralar mı acı veren, olmayan planlar mı, neyin uğruna olduğu belli olmayan bitişler mi gerçekten anlayamıyorum. aslında kendimi, ne istediğimi, ne hissettiğimi biliyorum. bence farkındalık düzeyim gayet yüksek ama bazı şeyler neden oluyor anlayabilmiş değilim.

Bunun dışında, bu hafta ve hafta sonu girişi olan cuma akşamı "teyze" denilebilecek yaştaki düşünür ablalarla konuştuktan sonra tekrar teyit ettim ki mal düşkünlüğü iyi bir şey değil. Sonra dolaptan çıkan kırmızı polo yaka orjinal tişortuma baktım ve onu alış zamanımı hatırladım. Okul zamanı ekstra garsonluk işlerinde çalışarak biriktirdiğim parayla almıştım. Hatta forum istanbula gitmiştik kardeşimle de benim yanımda "her zaman ki gibi" o kadar nakit yoktu da o vermişti de alabilmiştim. Sonra da şey kadar küçük tişortu içine koydukları eşek kadar polo club karton poşeti ağzı yüzü dağılana kadar çalıştığım yere kıyafetlerimi taşımak için götürmüştüm. Aynı şekilde biriktirdiğim paralarla aldığım, adidas pembe çizgili eşofmanım ve aynı gün kendime doğum günü hediyesi aldığım burberry klasik parfümüm. bunların hepsini kendi paramla alarak sahip olmak benim için gururdu. 3'ünü de annemlerden aldığım parayla alsaydım bana o kadar mutluluk vermeyecekti.

Bunları sabredip biriktirdiğim paralarla yapmam çok güzel ama işte malesef bir yandan kalbimin genişliğini kısıtlıyor. Biri benle onları paylaşmak istediğinde veya aynısından kendisinin de olmasını istediğini düşünüp imrendiğinde diyorum ki içimden ben kendi uğraşlarımla aldım sen de yap, al üzülmek neden... ama işte bazen sebep bu kadar basit olamıyor. Ondan sonra da aman bu fırsatları, durumları oluşturmak için ben de çabaladım hazıra konmadım dediğim insanlar kalkıyor benim nankörlük sınavım oluveriyormuş. Sınavı geçiyor muyum geçemiyor muyum ben de bilemiyorum ama benden daha büyük olanın varlığının farkındayım. Ben yaptım, tek başıma demek çok yanlış ama ukalalık bir kenara, tek başıma oluyor işte bir şeyler arkadaş, Allah nasip ediyor. Bunlar bir bir geldikçe bazı şeylere eskisi gibi, yada yanımdakiler gibi isyan edemiyorum işte. Yanımdaki bi şeyleri değiştirmek adına adım atmadığı halde ağladıkça ona da üzülmek yardım etmek gelmiyor işte içimden arkadaş. ama malesef şunu da biliyorum ki Allah'ın insanları düşürme sebebini de durumunu da sorgulamak bana düşmüyor. işte böyle içim de dön dolaş aynı karışıklık

19 Şubat 2013 Salı

Geliverdi Blogum Aklıma

Bugün şöyle bir anılar hatıralar demişken blogum geliverdi aklıma. Bi bakayım dedim yazı yazdığım vakitlerde ne kafasıymışım. Biraz baktım da gerçekten sıkıntılıymışım, yani derdim neymiş anlamak mümkün değil.

Ofiste işe başladım başlayalı yine başladım insan sosyal bir hayvan mıdır değil midir diye düşünmeye... düşün düşün bulamadım tabi bir şey. İnsan kendinden bir şey anlatabilmek olsun, kültür,felsefe, spor gibi aktiviteli konulara değinmek olsun yapamadığı zaman sağındakinin solundakinin olayını önüne gelene anlatmaya başlıyor. Öyle bir hal almış ki durum kim kimle ne konuşması, ne konuşmaması gerektiğinin sınırını koyamamış. Koymuş olsa bile bir neşe anında yada bir sinir anında o sınır yok olup gidiveriyor ve seninle alakalı bir konu bir anda manasız bir adamın dilinden başkasına aktarılıyor oluyor.

Sonra da ben ne oluyorum? asosyal... kendimi çekiyorum... susuyorum. Aynı şekilde pek çok kişi susuyor ve tedirgin oluyor. ondan sonra da başlıyoruz birbirimize uzaktan pis pis bakmaya...