29 Ağustos 2011 Pazartesi

Eskiye Özlem!




28 Ağustos 2011 Pazar

Takıntı!

He bu da geri döndü, e hoş geldin demek isterdim ama diyemiyorum biliyor musun bana çok çektirdin çünkü. Neyse madem geldin bu yeni senemde de seninle tekrar beraber yaşayacağız, iyi geçinelim o zaman. Neden geldiğini anlamaya çalışıyorum ama henüz bulamadım nedenini. Rahat durmazsan işimiz çok fena bir bildiğim o, öpt.

Ateşteyim Ben Ateşte!

Ateşler içinde yanarken bile kafamın içinden geçenleri durduramıyorum be bilog. Ne olacak benim halim. Hayır, gitmeden evvel hep eski halim, karakterim geri dönsün istedim ama döne döne inadım geri döndü ve o inat böyle giderse bana çok kötü şeyler yaptıracak. Çünkü son 5-6 ay içerisinde çok doğru olarak düşünüp verdiğim kararların çoğunu doğru bulmuyorum. Sonra aklıma değişik değişik entrikalı planlar geliyor. Bir şey değil bunları düşünüp, kafayı takarken hasta oldum lan. Yatıyorum yattıkça da hasta oluyorum. Kötüye gidişi fiziksel enerjimi arttırarak durdurmam lazım, hadi bakalım diyorum.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Tutma beni kolumdan yolumdan

Şimdi benim bugün heyecanlı sevinçli falan olmam lazımdı dimi? İstanbula geldim sevgilimi gördüm falan. Eski halim olsa sekerdim uçardım falan. Gene mutlu oldum tabi o ayrı mesele de. Evimde otururken bile stadyumun ortasında gibi camdan giren gürültüden, insan kalabalığından, gereksiz harcamalardan mı kaçtı tadım acaba bilemedim. Benim içimi buran şey ne gerçekten bilmiyorum. Buraya gelince sürekli bir şeyler yapmam gerektiği hissi geliyor içime. E yapamayınca da kendimi faydasız hissediyorum, bu da beni hasta ediyor. İstanbuldan uzakken sükunet içerisindeyim tek başımayım çünkü kafamda gereksiz düşünceler hesaplar yok. Herşey basit daha fazlasını da isteyen yok zaten. Kendine bağımlısın başkasına bağımlı değil ve gerçekten gitmek istiyorum. Şu istediğim burada yaşamaya mecbur olduğum bir sene boyunca belki başıma uğursuzluk getirecek biliyorum gideyim istiyorum işte tek başıma olayım kimseye bağlı olmayayım buradaki sözde sosyal ortamlarda bulunmak zorunda kalmayayım. Maskem yüzümde yapışık gezmek zorunda kalmayayım. İstanbul benim boyuma göre değilsin sen! Ne olur bırak beni de gideyim.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İnsan hiç karakter ikizine kızabilir mi?

Tıpkı bir ayna gibi sizin davranışlarınızın aynısını yapan biri mevcutsa çevrenizde ve yaptıklarını durup düşününce gerçekten onun davranışlarını hatalı buluyor ve o davranışlar sinirinizi bozuyorsa ne yaparsınız.

Nasıl bir insansın sen staj sorumlum olan mühendis? İş sorunlarını kendi kişisel sorunun haline getiren, hallolana kadar yüzünde ufak bir tebessüm zor oluşan. Langırt bilardo gibi kıçı kırık oyunlarda bile yenildiğin ya da kötü oynadığın için sinirden kendini kaybetmen. Tez canlılığın, her şeyi kontrol altına alma çaban. Bu hırs ve çalışkanlılığına karşı olarak da senin eş tesisinde ( aynı holdingin başka tesisi) senin yaşadığın sorunu patrona uyduruk bir değer söyleyerek işin içinden çıkan adamın takdir alması ve üstüne de sen niye aynısını yapamadın diye patrondan fırça yemen. Nasıl iş lan bu? Ben de öyle çabalayayım edeyim, okul iyi olsun, işimde verimli olayım biri kestirme yollardan işleri halletsin ve benden daha yüksek bir yerde olsun. Benden daha yüksek paralar, puanlar, takdirler alsın.

Biliyorum mühendis beni hiç sevmiyorsun ben de seni çok sevdiğim söylenemez. Ama sonra durup düşündüm ki biz birbirimizi değil kendimizi sevmiyoruz. Hırsımızdan, kibirimizden yaptığımız işleri beğenmiyoruz. Böyle olunca da hiç bir şey bizi mutlu etmiyor. Geçen gün beni çocukça bulduğum davranışlarınla çok sinirlendirdin az kalsın da ağlatıyordun ama düşündüm ki aynı davranışları ben de yapıyorum o yüzden kızamadım sana. Hatta ertesi gün bana gelip dert yanınca seni sevmeye bile başladım biliyor musun? Ama seninle hala göz göze gelmek istemiyorum,  kendimle henüz tam barışamadığımdan olsa gerek!

18 Ağustos 2011 Perşembe

Manasız Davranışlar (1)

Bir diyorum çünkü şuan aklıma gelen manasızlıkları sıralayacağım. Sonra yavaş yavaş devamı gelecektir diye düşünüyorum.

Mesela mesela ilerde zarar görürüm diye güzel olacak olan şeyleri şimdiden frenlemek, uzaklaşmaya çalışmak. Aman ben sevgilime duygularımı belli etmeyeyim kendimi tutayım da sonra kötü olmasın. Karizma da çizilmemiş olur dimi? Hem çok yüz vermemek lazım aman diyim tepene çıkar sonra.

Hiç konuşmadan gizemli adam triplerime girmek mesela bu da çok manasız bir davranış.

Ya da ben mi çok açık sözlüyüm, gerçekten bazı günler ağzımı açıp konuşmak içimden gelmiyor olabilir ama düşündüğümü, istediğimi, istemediğimi açık ve net belirtmek benim için hiç bir zaman gurur kırıcı olmadı. Bazen oldurtmaya çalıştılar o ayrı arada yanılgıya da düştüm, ne düşündüğümü söylediğim için kendimi kötü hissettim. Aman efendim kartlar açık oynadım çok ayıp ettim falan diye. Kartlar açık oynamak demişken gerekmeyen 3. şahıs kişiler tabi ki de beni anlamak ya da benim ona kendimi anlatmak gibi bi zorunluluk yok. Ama eğer sen karşı tarafta ki insanı kendi hayatının içinde görüyorsan açık sözlü olacaksın, olacaksın ki ileri de daha iyi zamanlarınız olsun. Şu hayatta arkadaşlık ya da sevgili her türlü ilişki de istediğim en önemli şey uyum ve akıştır. Sanırım bu yüzden açık olmak bu kadar önemli benim için. Gizli kapaklı bir şeyler kalınca gerilerde ya da ilerilerde çıldırıyorum çıldırıyorum çıldırıyorum. Belki benim de bu davranışım manasızdır. O da size kalmış!!!!


17 Ağustos 2011 Çarşamba

İnsan sosyal bir hayvan olabilir de!!


Geçen korku demiştim, insan 3. Kişilerin oluşturduğu sosyal çevrede boğulur sıkılır falan. Ama o üçüncü kişileri bir de 2. Kişilere dönüştürürse deymeyin keyfine. Üşenmesem önyargı duvarımın üstünden atlayıp şu işi bir yapsam belki de yattığım duvarın arkasındaki mayışıklığımdan kurtulucam.  Teknoloji sayesinde (belki de yüzünden) akşam boş vakit geçirme araçları televizyon, bilgisayar, internet olmuşken bence hala geçmişteki insanların bir araya gelip yaptıkları yüz yüze aktiviteler (şimdi bu aktiviteyi nereye çekersen çekJ) kişinin akıl sağlını koruması için daha yararlı.
İstanbul otomatikleştiriyor işte insanı. Akşam arkadaşınla görüşüp bilardo oynamak istesen nasıl yapıcan, herkes minimum bir saat yol gittikten sonra hiçbir şeyin hali kalmıyor. Tabi en iyisi meseneden konuşalım dimi biz, akşam geç bi de kız kısmı çok da geç saatten sonra dışarı da olamaz. Böyle diye diye manuel mod diye bir şey kalmadı valla. İnsanın doğal aktiviteleri yürümek koşmak bile insanı yorar oldu, doğamız bozuldu ondan huysuzlanıp duruyoruz benden söylemesi.  

Nazlanmak


İnsanın uzaklarda bir başına yapamadığı şey nazlanmak olsa gerek. Alttan alta gitmek istersen aslında bana zarar veren şeyin bu olduğunu bundan kurtulmak istediğimin farkına varmam hoş oldu. Midem bulanıyor diye yemediğim yemekleri burada aç kalıcam yiyorum. Kahvaltı yaptığım saatte öğle yemeyi yiyorum. Dolanıp yorulduktan sonra yatamıyorum. Tamam program sıkı değil ama biraz daha istanbuldaki gevşekliğimde kalsaydım toplanamayacağım aşikardı.
Bu yüzden insanın çevresinde dönem dönem gözünün yaşına bakmayacak insanların olması lazımki adam olsun. Tamamen sıkıntıdan reflü ya da bel fıtığı başlangıcını geri döndürebilirsin yoksa.  Gerçekten benim için dinlenmek asker yaşantısı yaşamak, bu yüzden de istanbulda dinlenmem gittikçe zorlaşıyor. 

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Hasta Ruh

Biraz önce konuşurken farkettim, gerçekten hasta olmak benim için meziyet ya farklı bir kavram. Yatmamın, kalkmamın, dışarı çıkmamamın, ağır hareketlerimin hepsinin bahanesi hastalık. Sapasağlam mıyım ? O tartışılır, ama hastalık işte arkasında durulup saklanılacak en güzel duvar. Bir de aklın bedene hakim olduğunu düşününce insan, hastalık kökeninin kafadan geldiğini göz ardı edemiyor.

Bir diğer bahane de bu şehrin beni hasta ettiği düşüncesi. Ondan gitmek istiyorum ya işte uzaklara. Salsam kendimi doğaya bir dinlensem, bir sükunet içinde olsam o zaman bulucam kendimi.


Hazırsızlık

Darmadağın her şey, her yer. Kafamın içi, odam, bilgisayarın içi. Ne yapacağını bilememek, bir programsızlık, hazır olmayan bavul.
Güzel ama ya şikayetçi değilim bir de işim olsaydı iyiydi diyorum sadece. Ha bir de önceki karakterimi de geri istiyorum arada iş bitiricilik, disiplinlilik falan. Onlar nereye gitti diye soruyorum arada kendime ama cevap alamıyorum. İnsan huy değiştir mi ya niye değiştirir ki? Hep aklımda kötü bişey olacak mı kötüye doğru mu gidiyorum diye bi soru var. Sonra başka sorular da var ama o konulara burada girmeyeyim.

Şimdi şöyle ki geçen izlediğim bir sağlık programında kadın dedi ki, sürekli yatmak uyumak istemek, ne kadar yatarsan yat dinlenip kalkamamak hiçbir iş yapmak istememek sağlık sorunuymuş. Sinir zayıflığı, dayanıksızlık falan filan dedi. O tespitlerin hepsi ben de var diye düşündüm 2-3 gündür bu tespite kafam takılıp duruyor ama şöyle ki benim çevremdeki çoğu insanın canı bir şey yapmak istemiyor ve uyku hastalığı olanlar var ki onlara hiç değinmeyeceğim. E o zaman hepimiz mi aynı hastalığa yakalandık? Valla televizyon izlenmiyor ya her an ölümcül hastalığın pençesinde olduğunla alakalı bir tespit yapabilirsin. Bu yüzden de kimseye bir şey soramıyorsun işte şimdi canım sıkılıyor benim ya da hayat amacı bilmiyorum desem yardım istesem birinden, akıl almak istesem ya da yok öyle biri yok. O yüzden hep hazırlıksızım hep. Bilmiyorum ne yapacağımı, nereye gideceğimi. Pozitif bilimi bile kesinleştiremiyorum artık. Bu yüzden düzenlilik, disiplin falan kalmadı ben de heralde. Ne de olsa akışındayım ben her şey benim elimde değil ya da bilemiyorum diye düşünüyorum alttan alta.




Korku

İnsan sosyal bir varlıktır tanımı bile beni derin düşünceler sokuyor iş hayatına yavaş yavaş girmeye başladığım şu anlarda. Atılan ilk adım ne olacağını bilememezlik, acemiliği çaktırmamazlık çalışmaları falan gerdikçe geriyor beni. Sosyal biri değil işte insan her zaman. Korkuyorum oğlum 3. şahısları arasına girince 2. şahısla konuşur gibi konuşucam pot kırıcam diye. Kırsam ne olacak o ayrı ama işte ihtimallerden rezil olmaktan ya da rezil olma potansiyeli olarak gördüğüm durumlar silsilesinden korkuyorum. Bana göre normal gelen bir şeyi karşı tarafa belirtirken karşı tarafı şaşırtmaktan beni ya da dediğimi abartılı bulmasından korkuyorum. Benden soğuyacağından sonra da iş ilişkimizin biteceğinden korkuyorum. Tam korkağım anlayacağın bılög. ve gerçekten manasız şeylerden korkuyorum ama bilememezlik karşı tarafın ölçüsünü tavrını bilememezlik beni korkutuyor işte.

Diğer taraftan düşününce aslında bilememezlikten öte, kendimi ve çevremi bilmem bazen de beni korkutuyor. İçimde bulunduğum çevrede de üçüncü kişi hep yorum yapma konusudur. Kızsa zaten orospu olabileceği ihtimali hep ortalıklarda gezer. Erkekse her an değişik bir hamle dolandırma yapma ihtimali. Ha bi de iş yerlerinde yok mudur yeni gelen kıza yollu damgası vurma olayı. Kız şirinlik yapar yollu olur, süslenir başka birşey olur, soğuk davransa musibet ya da havalı olur, olur da olur anasını satayım. İşte ben bu saçma yorumlardan korkuyorum. çünkü kendi kendimin davranışlarını incelediğimde de her ne kadar başka bir kişiyle yorum yapmamaya özen göstersem de ben de yapıyorum bu yorumları ( bu kadar acımasız değilimdir ama). İlla ki kafam şekillendireceğim karşıma çıkan yeni kişiyi yeni durumu.

Bunları böyle kafamda çevirdikçe yeni bir ortama girdim mi. Böyle yerin dibine doğru biri bakışlarıyla ittiriyor sanki. Sonra kendimi kasınca haliyle kızarmaya başlıyorum ki işte o zaman zaten bittiğim an oluyor.

Şu mübarek ramazan günü beni bu saçma sapan korkularımdan arındır beni ey Yarabbi, amin!!



Hadi karşıma böyle bir şey çıksa da korksam onu anlayacağım ama anlayamıyorum işte!!

11 Ağustos 2011 Perşembe

Gitmek mümkün mü artık gitmek!

Yollar bana memleket olsa da, sıkılmasam bir yerden bağlanmasam. Davulun sesi hep uzaktan hoş gelse bana. Otobüste giderken bu sefer uyusam mesela ya da uyusam uyansam kulağımda kulaklık müziği hissetsem içimde ve yol hiç bitmesin istesem. Bu yüzden seviyorum okuduğum bölümü, o da uzaklarda benim de aklım uzaklarda, bağlantısızlıkta. Akılcı mantıkçı bir insanken nasıl böyle oldum ben de bilmiyorum. Bazen korkuyorum bu halimden. Korkuyorum bu bilememe halimden, halsizliğimden, yorgunluğumdan, sükunetimden. İstediğim hayat biçimi oralarda biliyorum belki de öyle zannediyorum. Bu da beni çok üzmüyor zaten, yıldıza dokunamasam da hep içimi aydınlatacak biliyorum ve gidicem o da benle gelicek. E lafı fazla uzatmamak lazım sanırım yolum açık olsun.  

7 Ağustos 2011 Pazar

Olmadı Bitmedi Fiyakası.

Gün geçmiyorki bir insan diğer bir insana özenmesin imrenmesin. bir kişinin hayatında rutin olup şikayet ettiği bir şeyi size anlatırken hiç özendiniz mi? şimdi şikayet edene de nankör dememek lazım o da sıkılmış bu havada havuza gitmekten, vakit geçirmekten hoşlandığı kuzeni ile buluşmaktan ya da sürekli hava yolu kara yolu yolculuk yapmaktan... aslında elinden tamamen alınsa bu aktiviteler gerçekten üzülecek ama yine şikayet ediyor zaten. belki ben de şuan birilerine imrenirken belki evet daha açık konuşmalıyım kıskanırken, hayatım da şikayet ettiğim şeyleri başkaları istiyor. işte buna sanırım O'na nankörlük yapmak deniyor. O'nun küçük çocuklarıyız biz her zaman o düşünce seviyesine gelemiyoruz, bilinçaltından geliyor yapıyoruz bir şeyler, affedilmekten başka bir isteğim yok.


insan böyle özenedururken bir yandan da karşı tarafa karşı kendini sıkıyor nedense öyle dolu geliyor ki karşı taraf sen basılıyor da basılıyorsun. adamın sıkıldığı şeyi istiyorsun ya onun çöpünü istiyorsun çünkü, sonra da sana ilgi gösterilmek istendiğinde bundan hiç mutlu olmuyor sanki sana acıyorlar da yardım etmek istiyorlar gibi bir algılamaya girerek ne diyeceğini bilemiyorsun. ben ki araba hastalığı olan bir insan birinin daha çok sevdiğim insanın beni bırakmaya çalışması bunu dile getirmesi bile nedense bir anda bende bir gerilime yol açıyor. girmesin o sınırların içine kalsın herkes kendi sınırlarında kalsa da kimse kimsenin hiç bir şeyini bilmesin istiyor insan. gerçekleşse pişman olucağım biliyorum ama ben de bir şey istiyorum yanız kalmak

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Birincilik tek dert mi?

Her ne kadar okuyanım az olsa da burası umuma açık alan diye bazı yazıları saklı bırakmış şimdi onları okurken bir an aslında okunası yazıyormuşum ya dur bi tane patlatayım diye bastım o "yeni kayıt" butonuna.

Yaklaşık bir kaç saat önce trabzonspor-benfica maçı yorumu yaparken de daha doğrusu kardeşime sosyal mesaj vermeye çalışırken aslında güzel bir çıkarım yaptığımı düşünmüştüm bari onu yazıya dökeyim de günün anlamına uygun olsun. Şöyle ki maçı izleyenler zaten bilir trabzona elenmemesi için dört gol lazımdı ben maça dahil olduğumda bir bir beraber ve trabzonspor 10 kişi idi. Son 20 dakika kalmasından olucak aslında az da bir süre değil ama belki de moral bozulmasından trabzon geriye de geri diye oynuyor futbolunu şimdi ben oynamam bilmem bu sporu. Fakat hem türklük damarından hem de kendimce trabzonsporun yanlış tutumundan dolayı hemen çıkarımları kafamda sıralamışken kardeşimin zaten ne yapsak boş, hakemler bize olan kararda karşı tarafı tutup maçı çeviriyor elimiz kolumuz bağlı deyiverdi. Şimdi Türkiyenin böyle durumlara düştüğü maçlara diyecek bir şeyim benim de yok. Sonuçta hakemin içinde ben yokum içini dışını niyetini bilemem.

Fakat şunu biliyorum ki türk milleti olarak demek istiyorum ama tüm milletleri tek tek bilemediğim için genelleme yapmayacağım, demem o ki bir grup insan büyük bir çoğunluk da denilebilir yaptığı işleri sonuç odaklı yapıyor. bu tabiki de tek bir açıdan düşününce doğru bir şey bir işi yapıyorsan güzel bir sonucu olmalı. ama bir yarışma yapılır 10 kişi de katılsa bin kişi de katılsa birincisi bir kişidir o zaman geri kalan ölsün mü? sorusuna cevap verdirtmiyorsa bu çıkarım o zaman biraz daha olayı geniş düşünmek gerekiyor. buradaki şike ya da hakemin karşı takımı tuttuğu iddiaları gibi gittiğimiz yolda, yaptığımız işte elimizi kolumuzu bağlayan belki de bağlıyormuş gibi görünen etkenler ya da olaylar illaki oluyor. sadece yoldaysa ilerlerken gözümüz sonucu görüyorsa bu bizim için büyük hayal kırıklıklarına moral bozukluklarına sebep verebilir o bu hayatımızdaki yaşama sevcinin yitip gitmesine de neden olur. Burada iki seçenek var; o engeli bahane edip ya da onu düşünüp aslında biz yenerdik bu maçı ama vay şunun bunun hakemi deyip sinir krizi geçirmek ya da bu engelin yanından geçip gitmek. Düşünüyorsanki gerçekten elin kolun bağlı ve çözümün yok artık o sektörde o alanda işin yok birincilik istiyorsan başka kulvara geçiceksin ya da ki bu bence en önemlisi yaptıklarından zevk alacaksın. hani yarışma programlarında derler ya aslında herkes (ben de dahil) gıcık olur önemli olan yarışmaktı diye bunu yapacaksın. yarışmak için macera için denemek deneyim tecrübe iç huzur ya da o işi kendine yakıştırdığın için yapacaksın işte o zaman birinci olduğunda sevineceğin bir an iken, bu şekilde hayatında her an mutlu olacaksın.


keşke bulsak da kendimize yakıştırdığımız hayatla uyum içinde olduğumuz işler de işte o zaman herkes şu birinci, şampiyon olma hırsını bir kenara bıraksa. hayatı kontrol etmeye çalışmamak eminim hepimize çok iyi gelecektir.